Hayatın ayaz zamanları-Nazmi Metin

Geceleri yıldız dansını izleme merakıyla bakarken lacivert gökyüzüne, gördüğünüz yıldız kaymaları sizlere nasıl, bir ömrün çığlık çığlığa sona erdiğini anlatıyorsa; çevrenize her görme çabasıyla baktığınızda göreceğiniz, parmaklarımız arasından düşen cam bardaklar gibi kırılıp dağılan hayatların ömür kozaları üzüntüsünü yaşamak olacaktır. Ya da, gözlerinde gün doğumları, yüzleri apaydınlık bir günün habercisi olan insan çoğunluğu bir hayatın; başlar yukarıda, göğüsler önde coşkuyla aktığını görme sevincini yaşamak olacaktır.

ÖNSÖZ

Bugüne kadar yaşadıklarıma ve çevremde yaşananlara, anlayıp açıklama çabasıyla baktığımda netleşen görüntüler; kendi hayatım ile çevremdeki hayatların insanlık durumu konusunda inandırıcı ve ikna edici yaşanmışlıkların tarifini yapar. Herkesin aldığı bilgi, edindiği deneyim, yüklendiği ve yerine getirdiği sorumluluk ölçüsünde okuma yeteneği geliştirebildiği değer algısından oluşur o tarif. O tarife göre, adına dünya denilen insanlık evinin (gelişmiş dönüştürme yeteneğine sahip tek canlı insan bilindiğinden ”insanlık evi” diyorum) yaşayanı olarak, insanlığın Anaokulu olan ailede doğup, o aileyi temsilen katıldığımız toplumun bir üyesi olarak yaşayıp öldüğümüz hayat, bizlerin ömür kozasıdır; geliştirebildiğimiz yeteneklerimizle örüp, değer verdiklerimize emanet bıraktığımız.
Korunma şeklini ve emanet süresini, içerisindekiler ile emanet alanların yitirdiklerine bağlılıklarının bir ifadesi olan, bilgi ve sevgi durumlarının belirlediği ömür kozasının insanlık evindeki yerini de belirleyen, insanın yaşarken hayat konusunda ne anlayıp, neler anlattığı olur.
Dediğim gibi, insanlığın anaokuludur aile. İnsan ömür kozasını ustaca örmenin püf noktalarını orada alır; soyağacı emaneti olan yeteneğinin farkına ilkin orada varır. Okuldan ve çevreden aldıklarıyla da anaokulu aileden aldıklarını geliştirir ya da köreltir. Geceleri yıldız dansını izleme merakıyla bakarken lacivert gökyüzüne, gördüğünüz yıldız kaymaları sizlere nasıl, bir ömrün çığlık çığlığa sona erdiğini anlatıyorsa; çevrenize her görme çabasıyla baktığınızda göreceğiniz, parmaklarımız arasından düşen cam bardaklar gibi kırılıp dağılan hayatların ömür kozaları üzüntüsünü yaşamak olacaktır. Ya da, gözlerinde gün doğumları, yüzleri apaydınlık bir günün habercisi olan insan çoğunluğu bir hayatın; başlar yukarıda, göğüsler önde coşkuyla aktığını görme sevincini yaşamak olacaktır.
Ben bu halin ikisini de yaşıyorum; her gün, her saat, her an. Son yılların ani hava değişimleri ayarında olan bu durumun sanatçı duyarlılığı kaynaklı oluğunu elbet biliyorum. Bu yüzden görmek için ne gökyüzüne, ne de hayatın köşe bucak içlerine bakmam da gerekmiyor. Her şeyi gün gün, saat saat, an an yüreğimle hissederek, beynimle görerek yaşıyorum çünkü. Ömür kozamdan sizlere ulaşan seslerin pek nadir de olsa şen kahkahalardan, sıkça, derin sessizliklerden oluşması bu yüzdendir.
Yazılı yazısız tarihi, ev sakinlerinin, din ve siyaset ağırlıklı gerekçelerle döktükleri birbirlerinin kanlarıyla yazılan insanlık evinin; gördüğü sevgi saygı ayarı bir azalıp bir çoğalan bir sanat insanı yaşayanı olarak yüklendiğim sorumluluk neyse onu yapıyorum. Yani, küresel salgın yüzünden her gün binlerce dede, nene, baba, anne, abla, abi, kardeş yitiren insanlık evinde birbirine kenetlenmiş iyi, kötü gün dayanışması görmeyi beklerken, savaştan söz eden din ve siyaset bezirganların aklına uyup kana susamışlıkla çıldırmanın eşiğine gelen insanlar görmenin utancıyla kahrolduğum anlarda yazmaya sığınarak, ömür kozamı örme telaşı yaşıyorum. (18 Nisan 2021-Uzunköprü) Not: Bu yazı, yazımı süren “Hayatın Ayaz Zamanları” kitabının ön sözüdür.